Zamansız ikon
Marilyn Monroe, 1962 yılında aramızdan ayrılmış olsa da sanat dünyası bugün bile onun büyülü etkisi altında. Günümüzün en çok tartışılan ve merak edilen fenomenlerinden biri olan yıldız; hâlen kültürel hayatın en ‘pop art’ ilham kaynakları arasında. Monroe’nun kişisel eşyaları, Los Angeles’taki Julien’s ve New York’taki Christie’s gibi prestijli müzayede evlerine verilmeden önce yaklaşık 40 yıl boyunca depolarda saklı kalmıştı. Geçtiğimiz günlerde Londra’da Marilyn’in dünyasına dair 250 parçalık özel koleksiyon, Arches London Bridge’de açılan benzersiz bir sergiyle gün yüzüne çıktı. Aşk mektuplarından saten sabahlıklara, zamansız tasarım kıyafetlerinden vintage ayakkabılara ve makyaj malzemelerine kadar pek çok değerli parça, yıldızın ışıltılı hayatının izlerini taşıyor. Monroe’ya dair dünyadaki en büyük koleksiyona yer veren sergi, sadece bir nostalji yolculuğu değil. Marilyn’i daha önce hiç olmadığı gibi gözler önüne seren bu seçki aynı zamanda ünlü yıldızın film gibi yaşamını bize bir kez daha hatırlatıyor.
“Kamuoyuna ve dünyaya ait olduğumu biliyordum. Ama bu, yetenekli ve hatta güzel olduğum için değil, asla hiçbir şeye ve hiç kimseye ait olmadığım içindi. Ben iyi birisiyim ama melek de değilim. Ben sadece büyük bir dünyada sevecek birisini bulmaya çalışan küçük bir kızım.” diyordu Marilyn Monroe. Hollywood’un gelmiş geçmiş en ikonik komedi aktristi, parlak yeteneği, zamansız güzelliği ve yıkıcı yalnızlığıyla başa çıkma yöntemleriyle seksi bir tanrıçaya dönüşmüştü. 20’nci yüzyılın en çarpıcı ‘sarışın bomba’sı; aynı zamanda sömürülmüş bir beden, acı çeken bir ruh ve çok erken yaştaki ölümüne kadar yaşamla ölüm arasında salınan bir saatli bomba idi.
1 Haziran 1926 günü, Los Angeles’ta, alımlı bir Hollywood kurgu teknisyeni olan Gladys Baker Mortenson’ın kızı olarak dünyaya gelen Norma Jeane Baker, gerçek babasını asla tanımayacaktır. Paranoyak şizofreni hastası olan Gladys, bir de doğum sonrası depresyonu yaşayınca akıl hastanesine yatar. Ailesinden miras aldığı ruhsal hastalıklara, alkolik kocasının ilk iki çocuğunu kaçırması da eklenince zaten bozuk olan akıl sağlığı daha da bozulmuştur genç annenin. Doğumundan sadece 12 gün sonra dindar Bolender çiftinin yanına evlatlık olarak verilen küçük Norma Jeane, disiplinli ve şefkatli yaşlı çiftin ona sağladığı yuvada hayatı boyunca ilk ve son kez kendini güvende hissedecektir.
Yedi yaşına kadar Bolenderler’in yanında diğer evlatlık çocuklarla kardeş gibi yaşayan Norma Jeane’in hayatı, akıl hastanesinden çıkan annesinin onu alıp Hollywood’a taşınmasıyla birden değişir. Annesi ve onun en yakın arkadaşı olan Grace, film yıldızlarına ve onların ışıltılı dünyalarına hayran olan iki genç kadındır. Küçük kız, onların gözetimindeyken dindar ve disiplinli Bolenderler’in yasakladığı dünyayla tanışır.
Ancak birkaç ay sonra büyükbabasının intihar haberiyle sarsılan anne Gladys, tekrar akıl hastanesinin yolunu tutarken küçük kıza bakma görevi de annesinin arkadaşı Grace’e kalır. Grace, küçük çocuğu bir Hollywood yıldızıymışçasına yönlendirip saçlarını saatlerce tararken, küçük kafasını da şöhret ve parıltılı bir yıldız olma hayalleriyle doldurur. Ancak bu yeni düzen de Grace’in aşık olup evlenmesiyle değişince sekiz yaşındaki Norma Jeane yetimhaneye gönderilir. 11’inci doğum gününden kısa bir süre sonra tekrar Grace tarafından evlatlık alınsa da kadının kocası tarafından tacize uğrayınca uzaktan akrabası olan bir ailenin yanına gönderilir. Kendi suçu olmaksızın oradan oraya sürüklenerek, gittiği her yerde zihinsel ve cinsel tacize uğrayacak ve başına gelenlerden dolayı da kendisini suçlayacaktır. Bu tacizler, o sekiz yaşındayken başlamıştır. Ancak tüm hayatı boyunca, rivayete göre de ölümünden sonra cansız bedenine karşı bile devam eder.
Yaşadığı zorluklardan kaçışı, zihnindeki fantezi dünyasında bulur. Mesela küçükken fotoğrafını gördüğü Clark Gable’ı babası yerine koyar. Üstelik hiç olmayan babasından farklı olarak, onu ne zaman görmek isterse bir filme gitmesi yeterlidir. Sinemaya gitmek için hiçbir fırsatı kaçırmaz. Sinema onun için hem bir kaçış hem de hayata tutunduğu bir cankurtaran simidi olur. 16’ncı doğum gününden sonra tekrar yetimhaneye gönderilmesi söz konusu olunca, çareyi komşularının yakışıklı oğlu Jim ile evlenmekte bulur. İki yıl sonra kocasını İkinci Dünya Savaşı’nda çarpışmak üzere okyanus ötesine uğurlayan Norma Jeane bir yandan kayınvalidesiyle yaşarken bir mühimmat fabrikasında işçi olarak çalışır.
Yıldız doğuyor
Ünlü bir fotoğrafçının askeri fabrika işçilerini görüntülediği propaganda çekimlerinde işçi tulumunun içinde çekilen ilk fotoğrafları, kısa süre içerisinde onu yıldız bir fotomodel statüsüne ve dergi kapaklarına taşır. Kendisinin yeni kariyerini ve bağımsızlığını onaylamayan kocasından, o yurt dışındayken boşanan genç kadın, 20th Century Fox firmasının ajanlarının dikkatini çeker. Ancak deneme çekimlerinden çok da etkilenmeyen, firmanın ünlü yapım şefi Darryl Zanuck ona yalnızca altı aylık, haftalığı 75 dolardan bir kontrat önerir. Firmanın tavsiyesiyle ismini değiştirerek annesinin kızlık soyadı olan Monroe’yu ve ünlü aktris Marilyn Miller’in ismini alarak kontratı imzaladığı an, Marilyn Monroe efsanesi de başlamış olur.
Dangerous Years (Tehlikeli Yıllar) adlı 1947 yapımı filmde bir garson rolünde göründüğü figüranlıkla başladığı sinema kariyeri yavaş, inişli çıkışlı ama emin adımlarla ilerler ve bu süreçte Joseph L. Mankiewicz’in All About Eve (Perde Açılıyor) ve John Huston’un Asphalt Jungle (Elmas Hırsızları) gibi dönemin önemli filmlerinde yıldız isimlerle çalışır. Ancak Hollywood, bugün olduğu gibi o günlerde de erkek egemen ve yoz bir yapıdadır. Yapımcı Joseph Schenck, müzik süpervizörü Fred Karger, yönetmen Elia Kazan onun sevgilileri listesine girerken yapım şefi Harry Cohn’un teknesinde misafir olma teklifini reddeden Marilyn’in sözleşmesi Columbia Pictures tarafından yenilenmez.
Bir taraftan fotomodellik kariyerine devam eden, rol aldığı filmlerde hit olacak şarkılar söyleyen Marilyn, oyunculuk işini iyi yapabilme arzusuyla drama koçu Natasha Lytess ile çalışmaya başlar. Takip eden yıllarda Lytess, her film setinde bir yardımcı yönetmen gibi Marilyn’in oyunculuğunu yönetecek, Marilyn onun dediği hiçbir şeyden şaşmayacak ve Lytess’in bu hakimiyeti beraber çalıştıkları son film olan Yaz Bekarı’nın çekimleri bitene kadar bütün yönetmenleri çileden çıkaracaktır.
Hipnotize edici ve baştan çıkartıcı ‘Marilyn yürüyüşü’ ile bir seks ikonu haline dönüşmekte olan Monroe’yu bir “sarışın bomba” olarak yaratan kişi ise ilerlemiş yaşına ve bozuk sağlığına rağmen Marilyn’e aşık olup ailesini ve evini terk eden Hollywood’un en güçlü ajanlarından Johnny Hyde olur. Bir yandan artan şöhret, Marilyn’e giderek derinleşen bir depresyon ve artan sakinleştirici ilaç kullanımıyla birlikte bitmek bilmez terapi seansları olarak döner. 1953 yılında oynadığı Niagara filmine gelindiğinde sapsarı saçları, porselen bir bebek misali beyaz ve saydam cildi ile etrafındaki her şeyi karanlıkta bırakan parlak bir ışık haline gelir Marilyn Monroe.
Protest sarışın
Marilyn tarzını tamamlayan en önemli kostümler ise dönemin ünlü modacısı William Travilla’nın imzasını taşır. Marilyn’in fotoğraf çekimlerinde ve ünlü filmlerinde yer alan ikonik kostümler -patates çuvalından dikilmiş elbiseden Yaz Bekarı filmindeki metro istasyonunda mazgaldan gelen hava akımıyla etekleri uçuşan meşhur beyaz elbiseye kadar- hep onun eseridir. Dönemin katı, iki yüzlü ve ahlakçı kültürel kurallarına uymayan kimsenin affedilmediği 1950’lerde, Amerikan sansür kodunun ve püriten ahlakın sınırlarını zorlayan Marilyn Monroe, eşsiz cazibesini tamamlayan ‘yaramaz’ sempatikliğiyle her seferinde paçayı kurtarmakla kalmaz; her skandal onun şöhretine daha da katkı yapar.
Bu skandalların en büyüğü ise Playboy dergisinin 1953 Aralık sayısının kapağındaki çıplak pozları olur. 50 binden fazla satan bu sayının bir nüshası günümüzde açık artırmada 5 bin dolara alıcı bulurken fotoğrafları 1949 yılında işsiz ve beş parasız kalmışken çektiren Marilyn, daha sonra haklarını Hugh Hefner’e satacak fotoğrafçıdan sadece 50 dolar almıştır. Niagara’nın çekimleri sırasında “Yatarken ne giyiyorsunuz?” sorusuna verdiği “Sadece Chanel No. 5 parfümümü” cevabı ve duş sahnesindeki Amerikan sansür kurulunu çileden çıkaran çıplak silüeti, onun hiperseksüelitesinin bir yansıması olarak sinema tarihine geçer.
Gişede son derece başarılı olan Niagara, Erkekler Sarışınları Sever ve Milyoner Avcıları filmleriyle yıldızı iyice parlayan Monroe, tüm şöhretine rağmen kontratlı bir oyuncu olması nedeniyle rol arkadaşı Jane Russell’in neredeyse onda biri ücret alıyordu. Bu sırada Amerika’nın beyzbol efsanesi Joe DiMaggio ile olan fırtınalı, tutkulu ve zaman zaman fiziksel şiddet de içeren evliliği, DiMaggio’nun Marilyn’in mesleğinden ve şöhretinden nefret etmesi ve çaresizce onu evinin kadını yapmaya çalışması üzerine sadece dokuz ay sürmüştü. Ünlü beyzbolcu, hayatının sonuna kadar Marilyn’in koruyucu meleği olarak kalacak ve son nefesini verirken “Nihayet Marilyn’i görebileceğim” diyecektir.
Yaz Bekarı, Monroe’nun kariyerindeki en parlak dönemin başlangıcı olur. Bu dönemin diğer önemli yapımları arasında ise Otobüs Durağı, Uyuyan Prens ve tüm zamanların en beğenilen komedilerinden olan Billy Wilder imzalı Bazıları Sıcak Sever vardır. Aktris olarak mesleğinin zirvesine çıkan Marilyn, iyi bir komedi oyuncusu olarak da yeteneğini kabul ettirirken oyuncuların stüdyo sisteminin maaşlı kölesi olduğu düzene karşı tek başına bayrak açar. Greve gider ve 20th Century Fox şirketini dize getirerek onlara bol sıfırlı bir sözleşme imzalatır.
Marilyn, en basit repliklerini bile defalarca unutup sete sürekli geç gelerek başta yönetmenler olmak üzere herkesi çileden çıkarır. Ancak filmler bittiğinde hep öyle başarılı bir performans ortaya koymuş olur ki bunları şımarıklığından değil; özgüveni yıkılmış, ürkek ve kırılgan bir kız olduğu için yaptığının farkında olan meslektaşları tarafından hoşgörülü bir sevgiyle anılır.
Mutsuz ilişkiler
Yaklaşık dört yıl sürecek ikinci evliliğini ünlü yazar ve entelektüel Arthur Miller ile yapan Marilyn, artan şöhretine paralel olarak giderek daha fazla alkol, antidepresan ve uyku hapı tüketir, üç de düşük yapar. Yves Montand ile hem başrolü paylaştığı hem de kısa süren bir ilişki yaşadığı “Gel Sevişelim” filmi, Marilyn’in seslendirdiği Cole Porter bestesi unutulmaz “My Heart Belongs to Daddy” şarkısı ile ölümsüzleşir. Son filmi olan “Uygunsuzlar” da ise eski kocası Arthur Miller’in kendisi için yazdığı bir nevi aşk hediyesi olan kariyerinin en parlak rolünü canlandırır. Ünlü yönetmen John Huston’un yönetiminde, hayranı olduğu Clark Gable ve Montgomery Clift ile kariyerinin en kaliteli yapımına imza atar. Ancak “Uygunsuzlar”ın hem Gable’in hem de Monroe’nun zamansız ölümleri nedeniyle kariyerlerinin son filmi olacağını kimse tahmin edemez.
Monroe 4 Ağustos 1962 gecesi, henüz 36 yaşındayken gizli günlükleri ve tüm mektupları ortadan kaldırılmış, olay mahalli tüm kanıtlardan arındırılmış bir şekilde, aşırı dozda aldığı haplar nedeniyle yatağında ölü bulunur. Fazlasıyla ‘mükemmel’ görünen bu ‘intihar’ın fonunda, ölü bulunmasından sadece üç ay önce Marilyn’in ‘gizli’ sevgilisi Amerika Başkanı Kennedy’e Madison Square Garden’da düzenlenen doğum günü partisinde söylediği unutulmaz “Happy Birthday Mr. President” şarkısı çalmakta ve Marilyn’in “Sevmek, birisine sizi yok etme gücünü vermek ve bu gücü size karşı kullanmayacağına güvenmektir” sözü çınlamaktadır.
Bir seks tanrıçası olarak erkek fantezi dünyasının ikonası olan Marilyn, yaramaz ve çocuksu masumiyetiyle kadınların da sevgisini kazanırken yarattığı ‘gözü elmastan başka bir şey görmeyen, zengin erkek avcısı aptal sarışın’ imgesiyle de sürekli hor görülür. Oysa özel hayatında kendisini sürekli geliştiren, mücadele eden, çok okuyan Norma Jeane; Marilyn maskesiyle de aptal sarışın imgesini yüceltmek bir yana, aslında o imgenin peşinden koşan erkeklerin ipliğini pazara çıkartır. Trajik hayatına gözlerini kaparken Marilyn’in üzerinde sadece Chanel No. 5 parfümü vardır. Oysa Norma Jeane’in aklında hiç gerçekleştiremediği Karamazov Kardeşler’in melodramatik Grushenka’sını ve “Zamanı aldatmak için zaman gibi gözükün” diyen Lady Macbeth’i oynama hayali vardır.
"Dergi" Kategorisinden Daha Fazla İçerik
Yazarlar
Çok Okunanlar
-
forbes.com.tr
Dünyanın en zengin 10 kişisi (Kasım 2024)
-
forbes.com.tr
En zengin Türklerin sıralaması nasıl değişti?
-
Nilgün Balcı Çavdar
Türk Milyarderler
-
forbes.com.tr
Milyonlarca Stanley Kupası piyasadan geri çekiliyor
-
forbes.com.tr
Dünyanın en zengin 10 insanı (Ocak 2025)