Arama

Sakız Adası Notları

Klasik Yunan adalarından bambaşka bir doğa ve kültür hazinesi… Sakız Adası, Toskana’yı anımsatan vadileri, el değmemiş koyları ve asırlardır zenginlik saçan sakız ağaçlarıyla seyahat listenizde olmayı fazlasıyla hak ediyor.

03 Ekim 2024, 05:15 ÖS GÜNCELLENDİ
Sakız Adası Notları

Pırıl pırıl deniziyle göz kamaştıran Sakız Adası, Yunanistan’ın beşinci büyük adası. Sakız ağaçlarının gözyaşlarına benzetilen reçinesinin “beyaz altın” olarak anılması boşuna değil. Osmanlı mutfağının incisi kabul edilen sakız, 15'inci yüzyılda öyle bir itibar kazanmıştı ki Kristof Kolomb’un Yeni Dünya’ya yaptığı keşif seferlerinde, karabiber, tarçın ve Hindistan ceviziyle birlikte en gözde baharatlar arasında yer alıyordu. Günümüzde ise sakız (Pistacia lentiscus), adını verdiği adanın güneyindeki 5 bin ailenin ana geçim kaynağı. Avrupa Birliği tarafından tescilli yerel ürün kabul edilen ada sakızı, adaya başlı başına bir ekonomik güç bahşetmekle kalmıyor, aynı zamanda karakteristik bir kimlik kazandırıyor. Sıklıkla adanın güneyine dağılmış 24 köyde üretilen sakız kristallerinin yüzde 90’ı ihraç ediliyor. Ada, sakız hasadının yapıldığı temmuz ile ekim ayları arasında dünyanın dört bir yanından gastronomi tutkunlarının buluşma noktası.

Homeros’un Mirası

Adada sakıza atfedilen pek çok efsane dilden dile dolaşmakta. Rivayete göre ilk sakız ağacı fidanı, Homeros tarafından bulunmuş. Bir diğer efsaneye göre inancı ve adalıların çıkarını koruma uğruna pagan Romalıların ağır işkencelerine maruz kalan Aziz İsidoros’un ıstırabına tanık olan ağaçların ağıt yakmasıyla sakız ağaçları oluşmuş. Söylencelerin seyahatleri renklendirdiğini bilerek bu efsanevi ağaçların peşi sıra adanın yolunu tutmak büyük keyif. Çeşme Limanı ile Sakız Adası, hızlı feribotla 20 dakikaya düşüyor. Pastoral bir tabloyu andıran vadileri, birbirinden güzel Orta Çağ köylerini, adaya asıl cazibesini kazandıran koyları ve sakız ağaçlarıyla bezeli tepeleri keşfetmek içinse adada araç kiralamalı.

Foça ile Selanik Arası
Sakız, klasik bir Yunan adası gibi düşünülmemeli. Öylesine özgün, şaşırtıcı ve hayranlık uyandırıcı bir yer ki kendinizi Yunanistan’da değil; bazen Orta Çağ İtalya’sında, bazen antik çağda bir Anadolu akropolünde, bazen de eski çağda bir Mezopotamya şehrinde hissediyorsunuz. Ege’nin kuzeyinde yüzyıllar boyunca ekonomik ve kültürel bir denizcilik merkezi olması, tam 347 yıl boyunca devam eden Osmanlı hakimiyeti adayı klasik Yunan adası görünümünden farklı kılıyor. Doğası, mimarisi, yemekleri ve köklü tarihi ile Sakız, başta İzmirliler olmak üzere Türklerin de biraz olsun günlük rutinlerinden uzaklaşmak için sıkça tercih ettikleri bir yer. 

Sakız Adası’nın merkezinde kaybolmak imkansız… Hemen her sokak denize ya da Vounaki Meydanı’na çıkıyor. 19'uncu yüzyılın hacimli kamu binalarıyla çevrelenen geniş meydanın bir ucu hareketli bir çarşıya, diğer ucu Sakız Kalesi’ne uzanıyor. Kale içindeki eski Türk mahallesine uğramamak eksiklik olur. Surların içine saklanmış dünya güzeli cumbalı taş evler, bir Anadolu delikanlısıyla Rum kızının izdivacını çağrıştırıyor insanda.

Hora’dan Armolia’ya
Hora adı verilen ada merkezini gezdikten sonra Sakız’ın alametifarikası Orta Çağ köylerine doğru yola çıkmanın zamanı... Ancak ada kahvaltısı geleneği olan, Doğu Karadeniz’deki Laz böreğine benzeyen Bougatsa’yı tatmadan değil. Sakız’daki en gözde otomobil rotası, Hora’dan başlayıp güneye doğru yay çizerek adanın kalbindeki Provatas ile Troulos dağlarının arasından kıvrıla kıvrıla tekrar limana dönülmesiyle tamamlanıyor. Birbirinden güzel

koyların, berrak denizin, kasaba restoranlarının ve ada lezzetlerinin eşlik ettiği bu rota için bir gün yeterli.

test alt yazı

Hora’dan adanın sırtını yasladığı tepelere doğru tırmanan iki yol, Yeni Hora yakınlarında birleşiyor. Deniz seviyesinden uzaklaştıkça güzelleşen manzarada her şey yemyeşil… Adanın güneyine doğru yol alırken narenciye bahçeleri başlıyor.  Mandalina ve limon ağaçlarıyla süslü derin vadiler, bir tepenin etrafına dağılmış 40-50 haneli minik köyler, selvi ağaçlarının oluşturduğu uzun yeşil duvarlar ve kırmızı tuğlalarla örülmüş heybetli çiftlik evleri, ilk bakışta bir Ege adasından çok Toskana’ya geldiğinizi hissettiriyor. Yüksek taş duvarlı sokaklara gizlenmiş İtalyan tarzı konakların bazıları butik otellere dönüştürülmüş.  Birinci sınıf otel konforu vaat eden narenciye kokulu Perleas Konağı, bu mekanlardan biri. Tholopotami köyünü geçince sağ tarafta, Fourni Dağı’nın yamaçları yolumuza eşlik ediyor.

 

Rotadaki ilk durak, ada merkezine 20 km uzaklıktaki Armolia. Cenovalılar tarafından yerleşim alanına dönüştürülmüş bir köy burası. Tırmanılarak çıkılan bir tepe üzerindeki Vretou Manastırı, Panagia Kilisesi

ve Apolichna Kalesi görülmeye değer. Orta Çağ’dan kalma kemerlerin ve sütunların halen ayakta olduğu köy, seramik atölyeleriyle tanınıyor.

Sakin Koylar Arasında
Yüksek dağların ikiye böldüğü adanın kuzeyi ve doğusu çorak görünüme sahip. Ancak batısı ve güneyi yemyeşil. Üstelik Ormos, Lo Giosonas, Agia Dynami, Agia Fotia, Karfas, Komi, Nagos ve Didymes gibi gözde plajlarla dolu. Eğer ada merkezinde kalıyorsanız ve araç kiralamadıysanız tek seçeneğiniz, Hora’dan Daskalopetra’ya dek uzanan çakıllı kumsal. Armolia köyünden Komi güzergahına devam ederek ulaşabileceğiniz volkanik siyah taşlarıyla ünlü Mavra Volia’da yüzmek açıkçası büyük keyif.  Buradan Pirgi’ye giden yol üzerindeki Mastika Müzesi, sakız üreticisi köylerin kalbinde yer alıyor.

Uçsuz bucaksız sakız bahçelerinin arasında ilerleyerek ulaştığımız Pirgi, adanın en etkileyici köylerinden. Köydeki hemen her duvar, meydandaki kilise bile “xysta” olarak bilinen bir kazıma tekniğiyle kullanılarak yapılmış. Siyah - beyaz geometrik desenlerle kaplı. Köy eşsiz görünümünü, evlerin dış cephelerinin sıvanmasında yararlanılan bu mozaikleme işlemine borçlu. Volkanik kum katmanının üzerine beyaz kireç sürülmesiyle gerçekleştirilen bir teknik bu. Köyün tonozlu, dar sokaklarında kendinizi Hollandalı ressam M. C. Escher’in matematiksel bilmeceye dönüşen mekanlarında gibi hissediyorsunuz.

Pirgi’nin kapı komşusu Olimpi, rotanıza mutlaka dahil etmeniz gereken yerlerden biri. Köydeki evler sayesinde ziyaretçiler adeta zamanda bir yolculuğa çıkararak 14'üncü yüzyıla ışınlanıyor. Orta Çağ’dan kalma suyolları, anıt yapıları ve gizli geçitleriyle son derece etkileyici sokaklara sahip olan köydeki Amethistos Restaurant, özel bir yıl dönümü yemeği için tercih edilebilir. Köyün yakınında bulunan Olimpi Mağarası ise oluşum halindeki sarkıtları ve dikitleriyle ilgi çekici. Kısa bir mağara ziyaretinden sonra ulaşılabilen Mesta köyü,

14'üncü yüzyıldan kalma gri taş tünelleri ve çıkmaz sokaklara açılan geçitleriyle gizemli bir sonsuzluk labirenti gibi... Kaybolmadan köyün avuç içi büyüklüğündeki merkezini bulabilirseniz, Morias ve Messeonas adındaki tavernalardan biri ödülünüz olabilir. Deniz ürünleri ağırlıklı yemeğinizin sonunda incirden yapılmış yerel bir içki olan “souma” ikramınız hazır. Köklü bir denizcilik geleneğine sahip eski bir liman yerleşimi olan Mesta, varlıklı armatörler sayesinde zengin bir belde artık.

Kavafis’in Rüzgarlı Adası
Mesta’dan sonra adanın kuzeybatı kıyıları boyunca ilerleyen yılankavi yol, Elata ve Vessa köylerinin kıyısından geçiyor. Çatısız taş evleriyle Mardin köylerini anımsatan Lithi köyü, yolun devamında. Sığ denize sahip bir plaj da bulunan köyde, konaklamak için mekan bulmak sorun değil. Ancak biraz daha kuzeydeki Agia Markella’da, eski keşişlerin odalarından birini kiralayabileceğiniz Markelas Manastırı daha tercih edilesi. Yaz sezonu dışında sadece dört - beş ailenin yaşadığı Avgonima köyünden sonra dağ yolları başlıyor. “Firkete” adı verilen bol virajlı bu yollarda, dik rampalar var. Adrenalin dolu bu güzergahın ilk hediyesi, etkileyici bir Orta Çağ köyü olan Anavatos. “Game of Thrones” dizisine özgü fantastik bir yerleşimi anımsatan köy, sarp bir tepenin üzerine kurulu. Sadece kuzey tarafından erişilebilen köyde tüm evler taştan yapılmış ve hepsi birbirine bağlı. Bu nedenle de Anavatos, nadir görülen bir mimariye sahip. “Ele geçirilemez” anlamına gelen Anavatos, yürüyüş yapmak ve köyün girişindeki tavernada kahve içmek, yerel yemekleri tatmak için ideal. Rotanın dağ güzergahının ikinci ödülü ise Kuruluşu 11'inci yüzyıla uzanan UNESCO Dünya Kültür Mirası Nea Moni Manastırı. 

Ana kilisede ve bünyesindeki yapılarda göz alıcı freskler ve mozaikler barındıran manastır, adanın 8 bin yıllık tarihini zenginleştirenlerden. Buradan itibaren adanın batısındaki tepeleri aşıp sahile doğru gittikçe alçalarak Agios İsidoros Kilisesi’nin bulunduğu kumsala ulaşıyorsunuz. “Denizin üzerindeki inci” olarak nitelendirilen kilise, beyaz gövdesiyle küçük bir yarımada üzerinde yükseliyor. Rotanın finalini yel değirmenleriyle taçlandırmak iyi fikir. Ada merkezinin 1,5 km kuzeyinde yer alan yel değirmenleri, Sakız’ın rüzgarlı havasını hatırlatıyor. Esrik rüzgarlar kadar şiir de bu adaya çok yakışıyor. Bilhassa hayatının bir dönemini Sakız’da geçiren Kavafis’in şiirleri…

 


"Life" Kategorisinden Daha Fazla İçerik