Olimpos'tan Gelidonya'ya Akdeniz Rotası
Antalya falezlerine çarpan dalga sesleri usulca diniyor. Masmavi gökyüzüne doğru yükselen Toroslar’ın görkemli zirveleri eşliğinde yolculuk zamanı… Tekirova’dan itibaren denizden uzaklaşan yol, yemyeşil yamaçlarla çevrili. Ulupınar’daki yol ayrımı ise keyifli bir mola için ideal. Çınar ağaçlarının gölgelediği ıssız kuytuluklar, Çıralı sapağı, ormanların arasından kıvrılan derenin kıyısında soluklanmak yol yorgunluğunu unutturuyor. Bölgenin karakteristik ağaç evleri, terk edilmiş bir film setini andırsa da fonda denize açılan ormanlık bir vadinin içine gizlenen görkemli Olimpos Antik Kenti var. Olimpos, Likya’nın kutsal yerleşimlerinden biri olarak tarih sahnesinden hiç inmedi. Sahile yakın yamaçlarda gizlenen kentin çeşitli dönemlerine ait kalıntılarsa meraklılara büyük keşif zevki vadediyor. Turkuaz renkli denizden kovalar dolusu balıkla dönen balıkçılar, mavi pavuryalar, kalamarlar ve taze Akdeniz balıklarıyla şenlenen sofraların müjdecisi gibi. Bölgedeki butik oteller, limon ağaçlarının koyu gölgesine sığınmışken Olimpos’un sırtını yasladığı Tahtalı Dağı’nın yamaçları, kaya tırmanışından doğa yürüyüşüne kadar pek çok aktivite için maceraperestleri bekliyor.
Kimera’nın Sonsuz Ateşi
Rotanın bir sonraki durağı, yüzyıllardır sönmeyen ateşiyle eski çağlardan Bizans Dönemi’ne kadar kutsal kabul edilen Yanartaş. Çıralı sahilinin üç kilometre kadar kuzeyinde bulunan bu etkileyici oluşumu görmek için köy çıkışındaki köprüden sağa dönüp levhaları izlemeli. Taş basamaklı dik bir patikayı yarım saat kadar tırmandıktan sonra volkanik bir yamaç üzerindeki yedi - sekiz ayrı noktada yanan ateş öbekleri tam karşınızda. Doğal alevler üzerinde pişen Türk kahvesi bambaşka güzellikte bir ritüel. Buraya Yanartaş denmesinin ise iki nedeni var: Birincisi, doğal bir gaz sızıntısı nedeniyle hiç sönmeyen alevleri; diğeri ise Homeros’un metinlerine dayandırılan Antik Çağ’ın cesur kahramanı Bellerophontes’e dair bir mitolojik hikaye. Çevremizi saran ormanların içine dağılmış kalıntılar, Kimera Antik Kenti’nden kalma. Rotayı zenginleştiren efsanelerin büyüsüyle Kimera’ya veda edip Antalya’nın güneyindeki Gelidonya Burnu’na doğru uzanma vakti!
Olimpos’un sekiz kilometre güneyindeki Adrasan, Gelidonya Yarımadası’nın en büyük koyları arasında. Günümüzde Çavuşköy olarak tanınan yerin 2 kilometrelik kumsalı, görülmeye değer. Akdeniz’in korunaklı doğal limanlarından biri olan koy, Antalya - Kalkan arasında seyreden mavi yolculuk teknelerinin de vazgeçilmez duraklarından. Küçük oteller ve pansiyonlar ile salaş balık lokantaları, kumsalın hemen arkasında sıralanıyor. Antalya Körfezi’ni kuşbakışı görmek için Olimpos sahiliyle Adrasan Koyu’nu bıçak gibi ayıran Musa Dağı’nın yamaçları doğru adres. Adrasanlı otel sahiplerine bakılırsa koyun en önemli özelliği, yazın bunaltıcı sıcaklarını hissettirmemesi. Adını kırlangıçlardan alan Gelidonya Burnu’nun irili ufaklı koyları arasında gezinerek gün batımı saatlerini beklemek büyük keyif. Ancak ters akıntıya dikkat, burnun ucundaki adacıkların çevresi bu nedenle eski çağlardan beri gemilerin korkulu rüyası. Manzaranın izlenebileceği en iyi yer ise Gelidonya Deniz Feneri’ni içine alan ağaçlıklı tepeler…
Portakal Kokulu Sahiller
Adrasan’dan itibaren sırasıyla Karaöz, Papaz ve Korsan koylarını geride bıraktıktan sonra 12’nci kilometrede Mavikent bizleri bekliyor. Akdeniz’in en önemli sebze üreticilerinden biri olan belde, kilometrelerce uzayan seralarıyla dikkat çekici. Birkaç kilometre ilerideki Kumluca’dan sonra Finike’ye uzanan 20 kilometrelik yol rotanın en keyiflileri içinde. M.Ö. 5’inci yüzyılda ikızıl ati anlamına gelen Phoinikos isimli bir liman kenti olarak kurulan Finike, konuklarını zarif bir Likya lahdi ile karşılıyor. Finike’nin güzelim portakal bahçeleri ise her yerde. Anlaşılan o ki Antik Çağ’da Finike ve çevresinde bolca yetiştirilen zeytinin, üzümlerin ve keçiboynuzunun hakimiyeti narenciyeye geçmiş.
Acısu Çayı çevresine dağılmış, iki katlı, ahşap cumbalı, beyaz badanalı ve asırlık Finike konakları güzellikleriyle nasıl da dikkat çekici. Bu dünya güzeli evlerin arasında gezindikten sonra Finike plajlarına doğru uzanmak iyi fikir… Sakinliğiyle ünlü ilçe merkezine sadece üç kilometre uzaklıktaki Andrea Dorya, en gözde plajlarından birine ev sahipliği yapan Gökliman, Finike’ye 15 kilometre uzaklıktaki Çağıllı Koyu tercihler arasında. Deniz kokusuyla bütünleşen rüzgarlı sahillerin ardından bol bol güneş ve deniz banyosu yaptıktan sonra bölgenin köklü tarihini keşfe çıkmaksa ayrı bir zevk.
Tarihin Görkemi
Antalya’nın portakal bahçesi Finike, 2 bin 500 yıllık geçmişe sahip canlı bir ticaret limanı. Elmalı Yolu’nun 6’ncı kilometresindeki Limyra ise Likya Uygarlığı’nın en eski, en büyük ve en çok araştırma yapılan şehirlerinden biri. Zirvesi bin 200 metreyi aşan Toçak Dağı’nın güney yamacındaki kent, dağın eteklerinden başlayıp denize kadar uzanan bereketli bir ovanın kıyısına kurulmuş. İki ayrı nehirle beslenen ova, günümüzde narenciye bahçeleri ve seralarla kaplı. Limyra’nın adı, Likçe yazıtlarda “Zemuri” olarak geçiyor. Şehir, altın çağını M.Ö. 4’üncü yüzyılın ilk yarısında, Likya Kralı Perikle zamanında yaşamış ki bu dönemde Limyra, Likya’nın başkentiymiş. Kral Perikle’nin Likya Birliği’ni oluşturmak ve egemenlik sahasını genişletmek için çabaladığı yıllarda, Limyra’nın imtiyazlı ticaret bölgesi olduğu biliniyor. M.S. 2’nci ve 3’üncü yüzyıllarda yeniden yükselişe geçen Limyra, zaman zaman depremlerle yerle bir olsa da her seferinde küllerinden yeniden doğmuş. Bizans egemenliği sırasında piskoposluk merkezi olan şehir, 8’inci ve 9’uncu yüzyıllarda ise Arap akınları sonrasında terk edilmiş.
Limyra, Likya Bölgesi’nin en çok kaya mezarına sahip kentlerinden biri aynı zamanda. Antik kentte 400’ü aşkın kaya mezarı var ve mezarların çoğu Likya dilinde yazılmış kitabeleriyle ismen bilinmekte. Kaya mezarlarının bazıları nadir görülen türden... Üç farklı nekropol alanına dağılmış bu mezarlar, çoğunlukla kayaya oyulmuş ve anıtsal nitelikte. Bir kısmı ise son derece ilginç kabartmalarla süslenmiş. 1970 yılından beri kazı çalışmaları devam eden kenti gezmeye yolun kenarındaki antik tiyatrodan başlayabilirsiniz. Tiyatronun karşısında Roma ve Bizans dönemlerinden kalma surlar var. Bu surların çevrelediği alanda antik bir anıt ile saray, bazilika ve hamam kalıntıları göze çarpıyor. Antik kentin kuzey ucunda yer alan akropol, kuzeyde bir iç kale ile aşağı kaleden oluşuyor. Aşağı kalede, surlar, sarnıçlar, Bizans kilisesi ve Perikle Heroon’u yer alıyor. Kral Perikle’ye ait olan anıt mezarın mimarisinin Ksanthos’taki Nereidler Anıtı’na benzemesi dikkat çekici.
Akropolün düzlüğe ulaştığı yerde, Turunçova - Kumluca karayolunun hemen kenarındaki Helenistik Dönem’e ait olan tiyatro binası, bir zamanlar en görkemli oyunların sahnelendiği dönemleri hatırlatıyor. Karayolunun güneyi ise Limyros Çayı tarafından bölünerek doğusunda ve batısında iki ayrı ada ile karşılıyor bizi. Limyros’un içindeki tarihi kalıntıların arasında kendinizi binlerce yıllık bir serüvende hissedeceksiniz. Olimpos’tan Gelidonya’ya uzanan bu rota; tarihsel ve doğal güzellikleri, leziz balıklarla dolu pırıl pırıl deniziyle bedeni ve zihni yenilemek için birebir.